Doyasıya Sınırsız Sohbet
odalarının adresi


Sohbet odalarımız binlerce insanı bir arada sohbet ettirip, yeni insanlarla tanışıp sohbet edebilmeniz için 7/24 olarak kesintisiz bir şekilde hizmet veren çevrimiçi sohbet odasıdır. Sohbet odalarımız ile dünyanın her yerinden yeni arkadaşlara sahip olabilirsiniz.
Play Store App Store

Aşk Nedir ? Aşk Neye Denir ?

Aşk bir sarmaşıktır ve en iyi bir tanımı da budur. Aşk kelimesinin kökeni de oradan gelir. Sarmaşık bir ağacı dıştan sarar, yemyeşil gösterir ama içten içe kurutur. Nice çınarlar, nice selvi boylular aşkın sarmasıyla içten sararmış içten sararmış kurumuştur, dışı yeşil görünür hâlâ.
Maşuk uğruna ölmek, aşkı ispatlar mı?

aşk nedir
aşk nedir

Aşkın ispatı için can vermek en kolay yoldur. Dirilip tekrar can verebilecek, yani aşkı için her gün ölmeyi göze alabilecek olan ise gerçek âşıktır.

AŞK nasıl bulunur?

Birdenbire bulunur. Galip Dede, “Birdenbire bul aşkı, bu tufte (armağan) bulanındır” der. Aşk, bir bakıştan ibarettir ve anında bulunur. Çünkü, o kalbin görüşüdür.

Bir de büyü var. Aşk’ın büyüsü nasıl görünür?

Aşktaki büyü, kendiniz olamamaktadır. Kendiniz gibi davranmadığınız zaman aşk sizi büyülemiş demektir. Sevgi büyü değildir. Sevgi, duygularımıza hakim olabildiğimiz noktaya kadar, olan şeydir. Büyülenen kısım aşka varınca geliyor. Mecnunluktur, çılgınlıktır o nokta. Sen sen olmaktan çıkarsan, aşk başladı demektir.

AŞK bedeni nasıl kuşatır?

Bu, kalp ile zihnin örtüşmesidir. Kalbin, akla hakim olup oradan gözünüzü, kulağınızı, ihtiyatınızı kapladığı an aşk bütün genleri ve hücreleri kuşatmış demektir.

Bu noktada mı Aşk’ın gözü körleşir?

Kördür evet. Siz bakarsınız ama gördüğünüz görmek istediğinizdir. Kalbin görmek istediğini görmeye başlarsınız. Çünkü aşk bir bakıştır ve güzelliği sadece siz görürsünüz. Leyla kara kuru bir kızdı ama Mecnun’un gözüyle bambaşkaydı.

AŞK bir hastalık mıdır ve birgün geçer mi?

Evet, bir hastalıktır ama bu reddedilecek bir hastalık değildir. Bu hastalığı ömründe bir kez geçirmeli insan… Gerçek aşk ise yarası kapamıyor. Bugünkü ucuz ilişkiler değil tabiî. Aşkın yarası yanık yarası, kılıç yarası gibidir. Mutlaka kalpte izi kalır.

Peki, aşk bir teslimiyet midir?

Evet, teslimiyettir ve hiçbir şekilde soru sormamaktır.

Aşkı hayatın bir yerinde bulmak insanın kaderi midir?

Biz aşkı arayan gözle bakarsak aşkı buluruz. Aşk bizi bulmuşa işte o kaderdir.

AŞK CAZİP BİR HASTALIKTIR!

-Siz çözdünüz mü? Nedir aşk?

Mevlana’ya göre aşk öyle bir sırmış ki her gönül kaldıramaz ve ehli olmayanlar anlatılmazmış. Kendi adıma ehil olup olmadığımdan emin değilim. Çünkü aşkın tanımının ne olduğunu daha çözebilmiş değilim.

İskender Pala: -Dünyanın en zor ve ilk sorusu budur. Çünkü dünya aşk üzerine yaratılmış. Bebek doğduğu andan itibaren eğer aşk varsa insaniyet vasıflarını kazanıyor. Eskiler insana alem-i kübra derlemiş. Her şeyin merkezi olan insanın kalbindeki bir damla aşktır ve insan ondan ibarettir. Ancak insanoğlu âşkı tanımlamakta her zaman güçlük çekmiştir. 

-Siz nasıl tanımlıyorsunuz?

İ.Pala –Aşk; acıdır, gözyaşıdır, kederdir, ayrılıktır, hasrettir, hicrandır. Aşk içinde hiç iyi özelliği olmayan bir şeydir.

– Neden iyi ve hoş şeylere aşkta yer yoktur?

İ.Pala –O zaman aşk olmaz. Aşk her şeyden önce anormaldir. İnsan varlığını oluşturan dört unsur vardır bedende. Kan, tükürük bezleri gibi sıvılar, balgam ve sevda. Bunların yaradılışta hepsi dengelidir. Bu dört sıvıdan bir tanesinin azalması ya da çoğalması insan bedeninde rahatsızlanmalara sebep olur. Sevda denen o insan kalbindeki bir damladan ibaret olan o sıvının dengesi bozulursa hastalık olur. Bu ruhi bir rahatsızlık, tedavihanede tedavi edilmez. Aşk bimarhanede tedavi edilir, biz bugün ona tımarhane diyoruz. Aşk cinnet haline getirir insanı. Acı, gözyaşı, keder, ayrılık, özlem bütün bu duyguların hepsinde bir olumsuzluk vardır. Ancak bu o kadar cazip bir olumsuzluktur ki insanı yakar. O zaman işte Yunus’un hamdım, yandım, piştim, sözüne gelirsiniz.

– İnsan kendisine sürekli acı veren hatta rûhi dengesini bozan bir şeyi niçin istesin? Bilerek eziyeti istemek normal bir insanın yapabileceği bir şey midir?

İ.Pala –Acı içinde pişebilmek için. İnsan vücudunda müsbet ile menfi, madde ile mana dengesini korumak için acıya da ihtiyacımız vardır. Tıpkı yemekte tuza ihtiyacımız olduğu gibi. Aşk da hayatımıza renk verir, ışık verir, anlam katar. Acılar olmadığı müddetçe olgunlaşmamız mümkün değildir.

– Fiziki hastalıkların tedavi yöntemi kolay. Doktora gider ve reçetemizi alırız. Aşk acısının tedavisini kime yaptıracağız?

İ.Pala –Yok, bu insanın kendi içerisinde. Tek tedavi yöntemi var, kavuşma, vuslat.

– Vuslata erince acı sona mı eriyor?

İ.Pala –Önce vuslat olmadan ne olduğuna bakmak lazım. Vuslat aşkı öldürür. Hayatın bitmesi gibi bir şey. O nedenle aşkın büyüklüğü kavuşmadan uzak olmasıyla doğru orantılıdır. Bugün vedalaştığınız sevgiliyi yarın göreceğinizi tahmin ediyorsanız yarına kadar onu özleyeceğiniz duygu ancak bir günlük özlemdir. Ama bugün askere gönderdiği sevgilisini özlemeye başlayan nişanlı kız en az sekiz ayı zihnine yerleştirdiği için, özlemi her geçen gün artan bir özlemdir. Onun için Eflatun aşkı artmaz, eksilmez, değişmez bir güzellik olarak tanımlar.

– Siz de aşkı Aragon gibi mi anlıyorsunuz? Mutlu aşk yoktur.

İ.Pala –Mutluluk aşkı bitirir ve o ayrı bir dünyadır. Mutluluk aşkın zirvesidir. Acı çekilerek o mutluluğa varılır, yana yana, eziyet göre göre bir mutlu ülkeye varırsınız. İlahi aşkta mutluluk süresinin sınırı yoktur. Ancak günümüzdeki beşeri aşklarda bu süre çok kısadır.

– O da ilginçtir. Çünkü evlilik istatistiklerine baktığımız zaman görücü usulü ile evlenenlerin âşık olarak evlenenlerden daha sağlıklı bir evlilik hayatı sürdürdükleri görülür. Bunun nedeni nedir?

İ.Pala –Bunun aşkla alâkalı olan kısmı küçük. Daha ziyade saygıyla ve tanımayla alâkalı olan kısmı var. Nişanlılık dönemi uzun süren iki insan, evliliklerine varmadan pek çok şeyi paylaşıyor ve fikir birliğine varmış oluyorlar. Ancak evlendikleri zaman, daha önce birbirlerine verdikleri sözlerde sapmalar başlıyor.

– Nişanlılık ve evlilik öncesi çok mutlu görünen iki insanın evlendikten sonra sorun yaşamalarının nedeni nedir?

İ.Pala –Evlenmeden kızın isteğine ‘tabii canım, hay hay’ diyen erkek, evlendikten sonra sahiplenme duygusuyla kızın hatırını kıracak noktaya gelir ve ‘Olur mu öyle şey, onu da yapmayıver’ diyebilir. Bunun bir tek sebebi var, nişanlı çiftler birbirlerine şirin ve hoş görünmek için ellerinden geldiğince kendilerini değiştirirler. İyi taraflarını gösterirler. Artık kalmasa da görücü usulü evliliklerde, evlendiğiniz insanı yavaş yavaş keşfetmeye başlarsınız. Bu esnada zaten aile kurumunun gerekleri oturmuş olur. Uzun bir süre alır, evlilik hayatına yayılır. Nişanlılık döneminde beş aya sıkıştırdığınız o birbirini tanıma, karşılıklı tanışma ritüellerini evlilik hayatında uzun bir süreye yayarsınız. Ama bunun aşk olup olmadığı konusu, nişanlıların aşkı kadar tartışmalıdır.

– Severek evlendiklerini söyleyen insanlar gerçekten aşkı yaşamadan mı evleniyorlar?

İ.Pala –Birbirlerine âşık olduklarını söyleyen gençler bir ay sonra o kişi hakkında ayrıldıkları zaman söylemediğini bırakmıyor. Âşık ayrılsa da sevgiliden nefret edemez.

– Aşk ve nefret. Derler ki nefretin büyüklüğü aşkla orantılıdır. Aşk ne kadar büyükse kaybettikten sonra da o aşka duyulan nefret o kadar büyük olurmuş.

İ.Pala –Eğer sevdiğinizi söylediğiniz biri için bir tek olumsuz şey söylerseniz ona âşık olmamışsınız demektir. Belki ilgi duymuşsunuzdur o kadar. Aşkta nefret olmaz. Eziyet çekseniz de, o sizden nefret etse de siz onu sevmeye devam ederseniz aşktır.

– Büyük aşklarda o yüzden mi karşılıklı aşkla rastlamayız?

İ.Pala –Bunu baştan konuşmalıydık, aşk bir kişidir. Bir hayat tarzıdır ve anormal bir şeydir. Anormal olan Mecnun’dur, Ferhat’tır; Leyla’ya da Şirin değil. Sevilenin rolü pek küçüktür. Tek rolü varlık olarak varolmasıdır. Zamanımızın gençleri ilgiyi ya da arkadaşlığı aşk sanıyor. Ayrılıkların yok zamanımızın aşklarının. Çünkü ayrılacak kadar uzun sürmüyor aşkları. Ayrılıkları olmadığı zaman da aşkın neresinden döndüklerinin farkında olmuyorlar. Eski bir bilge der ki; ‘Aşk yalnızca bir türlüdür ama görüntüleri binlercedir’. Bugün zamane gencinin aşk diye tanımladığı şey kendi kafasının içinde o aşkı; sevgilisiyle el ele tutuşup bir cafeye gitmek, ertesi gün hesapları öderken eşit davranmak, daha ertesi gün de güle güle ben senden hoşlanmadım demek olarak algılanıyor.

Aşkta fedakârlığı hep bir kişi yapar.

– Şimdiki yaşanan aşkların eski aşklardan bir farkı tedavisinin daha kolay olması olsa gerek. Baksanıza bugün âşık oluyoruz, yarın unutuyoruz.

İ.Pala –Aşktan kurtuluş olmaz. Bugünün gençlerinin şu konuda oturup düşünmesi lazım. ‘Ben falancayla arkadaşlık ediyorum. Bu arkadaşlık bir aşka dönüşecekse bunun bana belirli bir zahmeti olacaktır. Bu zahmete hazır mıyım’ diye kendini sorgulayıp ondan sonra o yola girip girmemeye karar vermelidir. Hazır değilse karşı taraftakinin hayatını mahvetmemek için hemen o yoldan dönmesi gerek. Çünkü aşk fedakârlık ister. Ve bunu bir kişi yapar. Yeri geldiği zaman bütün kırgınlıklara göz yuman, gururunu hiçe sayan, büyük fedakârlıkları bir anda yapabilen ev sevdiğinin uğrunda kendini feda edebilen bir âşık olmalıdır. 

– Hangi çağın aşkından söz ediyorsunuz. Bu çağda böyle bir aşk beklenebilir mi? Aşkın böyle yaşanacağını düşünmek biraz hayalcilik değil mi?

İ.Pala –Neden hayalcilik olsun? Biz bir yanlış anlayışın içindeyiz. Bir delikanlı sekiz tane kızla aynı anda gezdiği zaman toplumumuz ona ‘Vay ne kadar yakışıklı, jön, aferin, helal olsun’ diyor. Ama bir genç kızımız üç tane delikanlı ile arkadaşlık yaptığı zaman adı kötüye çıkıyor. Oysa ki eşit. Ya ikisine de kötü gözle bakılmalı ya da ikisi de alkışlanmalı. O erkeğe sekiz tane delikanlı ile gezmiş bir kızı vermek lazım.

– Aşklarda adaletin olmadığını söylemediniz mi?

İ.Pala –Aşk diye bildiği şey sekiz tane kızla gezmekse hayır. Eğer sen hiç kimseyle gezmemiş bir eş istiyorsan hiç kimseyle gezmemen lazım. Hiç kimsenin sevmediği bir eş istiyorsan ondan başka hiç kimseyi sevmediğin bir eşin olması lazım. Daha da basitleştirelim. Sen bir kişiyi ne kadar çok seversen, o bir kişi de seni o kadar çok sevecektir.

– Karşılıklı olmuyor mu?

İ.Pala –Farklı bir şey söylüyorum. Ben A şahsını çok seviyorsam bu benim aşkımdır. Öteki de beni öyle seviyorsa o da onun aşkıdır ve onu ilgilendirir. İkimizin duygularının ortak olması mümkün değildir. Ortak duygu nedir, iki insan oturduğu zaman birbirinin gözünün içine bakıyorsa bu aşk değildir. İki insan oturdukları zaman aynı noktaya bakıyorsa ya da zihinleri aynı anda aynı şeyi düşünüyorsa aşktır. Aynı nokta ufukta bir çizgi de olabilir, bir yerde gezinen karıncanın kanadı da olabilir. Aynı nokta, aynı gecede görülen aynı rüyadır. Birbirinin gözünün içine bakarak el ele tutuşup bir ağacın altında oturan iki insanın aşkı ölümlüdür. Çünkü birbirinin gözünden başka bir şey görmeyecek olursa bıkar. Dünya o gözden ibaret değil. Ama o gözün içerisine girip arkasındaki dünyaları görebiliyorsa işte bu aynı noktaya bakmaktır.

– İnsanların ve kainatın aşk üzerine yaratıldığını söylüyorsunuz. Aşkın olmadığı bir toplum basıl bir toplum olur?

İ.Pala –İnsanın maddi ve manevi tarafı vardır. Bir tarafta eti, kemiği, midesi; diğer tarafta aklı, duyguları ve ruhu. Biz hep midemizin açlığını düşünerek çalışıyoruz. Şuyumuz olsun, buyumuz olsun, araba alalım, telefon faturası ne olacak, gazeteye haber yetiştirmeliyim diye çaba gösteriyor ve uykudan kalan bütün zamanımızı bu işler için harcıyoruz. Zihin açlığımızı nasıl gidereceğimizi ise düşünmüyoruz. Gönül mide gibi acıktığını haber vermez. Siz kullanmadığınız müddetçe kapılarını açmaz. Gönle sevgi, zihne bilgi, ruha da iman lazım. Bunu yapmıyoruz ve bu da bize anarşi, rüşvet, ahlaki sapıklık ve kokuşmuşluk olarak yansıyor. Eğer manevi ihtiyaçlarımızı da karşılayabilsek mutlu oluruz, o mutluluktan dolayı üretimimiz artar ve bu da topluma yaygınlaşınca jandarmaya bile gerek kalmaz.

Not: Bu çalışma Sait Çamlıca`nın “Stresli İman” kitabından alınmıştır. İskender Pala ile röportaj Aksiyon Dergisi`nde yayınlanmıştır.



Benzer Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir